Küçük Adamlar

İşte bak dedi. Gömleğinin kolunu yukarıya doğru hafifçe sığadı. Diğer eliyle de açılan kolundaki eski yara izlerine işaret ediyordu. Araba kullanırken gözlerimi yoldan ayırmamam gerektiğini biliyordum. Ama yine de açtığı yere hafifçe göz attmaktan kenimi alamadım. Heyecanla anlatmaya devam etti.

“Bak işte tam buradan girdiler, küçük adamlar…çok küçüktüler”, dedi.

Eliyle de başparmak ve işaret parmağını kullanarak bana bir santimetrelik bir büyüklüğü göstermeye çalışıyordu. “İlk kez duymuş gibi “Yaa, öyle mi” dedim.

O anlatmaya devam etti. “ağzılarından alev geliyordu…ama zararsızdılar. O delikten içeri girip kayboldular. Kanımın içinde dolaşıyorlar. Herşeyi duyuyorlar…ne yaptığımı biliyorlar” dedi ve durdu…tepkimi bekliyordu. Bu hikayeyi ilk kez duymamıştım… ne de son kez duyacaktım.

Bir an nasıl cevap vermem gerektiğini düşündüm…içim sızladı. O, hayatta tanıdığım en dürüst insandı. Altın gibi bir kalbi vardı. Onu üzemezdim. Üstelik yalan da söylemiyordu. Başındaki beyaz takkesi başının büyük bir kısmını örtüyordu. Kulağının yanından ağarmış saçları takkenin dışına taşıyor ve ona bir din adamı havası veriyordu. Benden yaşça dört yaş büyüktü. Son altı yıldan beri ise o benim oğlum olmuştu.

Onun bu küçük adamları gördüğünden hiç kuşkum yoktu. Sorun bizdeydi…biz onun görebildiklerini göremiyorduk. Yıllarca onun söylediklerine inanmayıp onu kaç kez terslemiştik….ama bu hiçbirseyi değiştirmemişti. O yine ayni şeyleri söylemeye devam etmişti. Çünkü yalan söylemiyordu…sadece onun dünyası farklıydı.

Benim sessizliğim karşısında kendini çok yalnız hissettiğini hissedebiliyordum. Cezalandırılmayı bekleyen suçlu bir çocuk gibi sessizleşmişti. Daha fazla dayanamadan “ama o küçük adamlar sana zarar vermediler değil mi” dedim.

“Evet hiç zararları olmadı” dedi. Bu cevaptan cesaretlenip “Tanrı seni koruyor…Sen çok iyi bir insansın, biliyorsun. Sana hiç kimse bişey yapamaz, merak etme” dedim. O da başı ile tastik etti…..Bu konuşma onu ne kadar rahatlatmıştı….sadece onu mu? Onu isyan içinde değil huzur içinde görmek ne büyük mutluluktu! Kafasını dolduran şüpheler ve korkular belki zaman zaman azalmış ama hiç yok olmamıştı. Sürekli takip edilme ve zehirlenme korkuları ile geçen tam 34 yıl… bu nasıl bir hayattı Tanrım? Tabii ki bunların hiçbiri yoktu….ama bunlar onun gerçekleriydi….bunları görüyor ve hissediyordu. Bir an kendimi onun yerine koydum… karanlık dipsiz bir kuyuya düşer gibi irkildim..

Bu kısa konuşmadan sonra ikimiz de uzaklara bakıp sessiz bir şekilde yolumuza devam ettik. Onunla nasıl iletişim kurabileceğimi sonunda çözdüm galiba diye düşündüm. Onun eğrilerini kendi doğrularımla ısrarla düzeltmek zorunda değildim. Biraz anlayış ve sabır yetiyordu. Gideceğimiz yere varmaya az kalmıştı. Hızımı düşürüp yeşillikler arasında kıvrım kıvrım, tepeye doğru ilerleyen yolu takip ettim.

Bu yolu artık gözüm kapalı biliyordum. Her Cumartesi bu yolu iki kez giderdim. Önce onu almak için, sonra da bırakmak için. Onu bırakırken arabayı park eder ve gülümseyerek yanağına kocaman bir buse kondururdum. O buna bir tepki vermezdi.. ama gözlerindeki ışıltıdan sevindiği belli olurdu yine de. Haftaya görüşürüz deyip arabama biner ve ayrılırdım. Gidişimi seyrederken acaba aklından ne geçiyor diye hep merak eder gözen kaybolana kadar dikiz aynasından onu seyrederdim. İyice uzaklaşınca gözlerimdeki yaşları bırakıverirdim. Artık özgürce akabilirlerdi. Onu orada bırakmak bir annenin çocuğunu yetimhaneye bırakması gibi gelirdi bana. Ama yine de onun için birşeyler yapabilmenin huzuru ile oradan ayrılırdım.

Evet, yine ayrılma zamanı gelmişti. Araba durduğunda sanki arabadan inmek istemez gibi sessizce yere bakıyordu. Onu cesaretlendirmek için kendi kapımı açıp neşeyle “işte geldik bile” dedim. Arabadan çıkıp binaya yönelirken başını kaldırıp baktı. Heybetli duruşuyla hiç uyuşmayan sakin ve çocuksu bir hali vardı. Hiç konuşmasa da gözleri içindeki yalnızlığı ele veriyordu. Yanağına kocaman bir buse kondurdum ve “haftaya görüşürüz… ama istersen beni telefonda her zaman arayabilirsin” dedim. Başı ile tasdik etti.

Geldiğim yoldan, yine kıvrım kıvrım, fakat tepeden aşağıya doğru yol aldım. Gideceğim yer beş dakikalık bir mesafede… beş asır uzaktaydı.

Anonim